Monday, November 28, 2011

Gezdiğin Gördüğün Senin Olsun Yediğini İçtiğini Anlat!

Normalde bir yere gidip geldikten sonra, büyüklerimiz "yediğin içitiğin senin olsun, gezip gördüğünü anlat" der ama bu sefer ki gezi tam bir gastronomik hafatsonu gezisi olduğundan yenilip içilenden ayrı düşünülemiyor.


ODTÜ Mezunlarının konuşup, kaynaşıp hasret giderebileceği bir site ile başlayan arkadaşlığımız bir bakmışız ki 6 sene olmuş, hal böyle olunca yanına gitmediğim için her seferinde azarına maruz kaldığım arkadaşım Seda'nın yanına gittim artık bu haftasonu. Amerika'dan da pek sevgili Alf teşrif etti, zira kardeşi evleniyor, hal böyle olunca dolu dolu bir haftasonu geçti, çok ta güzel oldu.


Ben daha önce güneyde birtek Antalya'yı görmüş ülkemizin güney sahili cahili biri olarak yol kenarlarını süsleyen turuncu turuncu meyve vermiş ağaçları gördükçe Japon turist edasıyla sevinç çığlıkları ata ata fotoğraf çektim bol bol. Kasım'a veda ederken bu kadar güzel bir havaya denk geldiğim için ben mi şanslıydım, yoksa böyle bir iklimde yaşadığı için Adanalılar mı şanslı orasına karar veremedim ama beni ilk dakikadan tatil psikolojisine sokabilen bu şehire içim ısındı.


Cumartesi günü hem nikah hem de düğün dolayısı ile Tarsus-Mersin-Adana arasında geçeceğinden kahvaltıdan sonra kuaför işini halledip doğru yola koyulduk. Gerçi kahvaltıda yediğim ve adeta vurulduğum turunç reçelini almak için Çukurova Üniversitesi'nin satış ofisine uğradık önce.  Haftasonu olduğu için ne yazık ki kapalı olan ofisten elimiz boş döndük ama muhteşem göl manzarasıyla fotoğraf makinamı doldurmadan da ayrılmadık üniversiteden.

Daha sonra benim ne deli bir ceviz reçeli tutkunu olduğumu taciz mesajlarımdan çok iyi bilen Seda, beni reçel alabileceğimiz bir dükkana götürdü. Hatay'dan taze taze gelmiş ceviz reçellerini görünce gözlerim doldu yemin ediyorum! Taşıyabileceğim kadarını alıp, turunç reçelindeki hezimetimi unutarak kuaför yolunu tuttuk.
Tarsus'taki nikah çok güzel ve dingindi. Küçük bir yer olduğu için belki, öyle klasik 15 dk da nikah bitsin sıradaki gelsin telaşı olmadan geçirdik nikahı. Sonra artık ilerleyen saate daha fazla dayanamayan midelerimizden gelen istek üzerine Mersin'e tantuni yemeye gittik. Seda'ya çok takıldım gezi boyunca, beni sanayide tantuni yemeye götürdün diye ama şaka bir yana ismi duyulduktan sonra eski lezzetini ve özenini kaybetmiş büyük restorantlara her zaman tercih etmişimdir arada derede kalmış küçük işletmeleri. Tantuniyi yediğimiz Göksel Tantuni de tam böyle bir yerdi. Enfes biftek tantuninin üstüne meşhur kerebiç tatlısını yemek için Dondurmacı Halil' e gittik, önce her güneyli gibi misafirlerinin memnuniyetini düstur edinmiş pastane çalışanları taze cezeryelerden ikram ettiler, sonra da üzeri Çayan kökünden yapılmış krema-marşmelov arası bir örtüyle kaplanmış fıstıklı kerebiçlerimizi yedik.



Tıka basa doymuş olarak gittiğimiz düğünde de yemek yemedik sanıyorsanız yanılıyorsunuz! Ama orada yediklerimizi en azından eritecek faaliyetlerimiz oldu çok şükür:) Eğlenceli geçen düğünün ardından artık nihayet uyku vakti geldi. Sabah 6 da kalkmış olduğumdan kafamı koyduğum gibi sızmışım Seda'nın söylediğine göre.



Ertesi gün yine sıkı bir kahvaltıyla başladık, sıkma adında, saçta kızartılmış ve içine peynir koyup rulo yapılmış yufkaları afiyetle yedikten sonra Erhan'ı da alıp çay içmek için Adana Yelken Klubü'ne gittik. Orada da manzara inanılmazdı.





 Dinlenip, gülüp sohbet edip geçirdiğimiz güzel bir zamanın ardından artık Adana'ya gelipte Adana yemeden gitmeme mottosunu gerçekleştirme zamanı geldi. Humusu, sucuğu ve kebabı doyasıya yedik Elem'de. Ayrıntılarını fotoğraflara saklıyorum zira mezelerinden, etin lezzetine herşey muhteşemdi.







Bu yemekten sonra Erhan Mersin'e döndü. Biz de Seda'yla abimin siparişi olan şalgamı almak üzere Kazım Büfe'ye gittik. Orda sıramızı beklerken , Seda buranın da muzlu sütü çok güzeldir diyince ben nefes alacak halim yokken koca bir bardak muzlu sütü afiyetle içtim.




Uçakta Ebru Şallı misali burnumdan alıp ağzımdan verdim nefesi, ne de olsa o kadar şeyi eritmek için ne kadar oksijen alırsam o kadar iyiydi. İyiydi, güzeldi herşey de o son muzlu sütü içmeyecektik dedim Seda'ya. Ama Allah'tan midem o güzel yemekleri sindirmeyi kendine bir görev saydı, bende Behzat'ı izleyip, güzel bir uyku çektim.

Thursday, November 24, 2011

Modern Sabahlar!

Hakkımda bilgin yoksa fikrinde olmasın!

Heyt be! Bu sabah yolda giderken "Kartal" yazısını "Kemal" ile değiştirmiş bir arabanın arkasında okudum bunu..
Peki diye devam etmek istedim, hakkında her bilgin olanın fikri olabilir mi? Neyi ne kadar bildiği önemli değil mi yani?

Saat bitti bu arada :)

Wednesday, November 23, 2011

Word de Satır Numarası Koyma

Kim ne amaçla kullanır bilmiyorum ama ordan oraya birkaç kişi arasında dönüp duran zavallı word dökümanlarınızın hangi satırına gönderme yapıldığını anlatmanın en kolay yolu satır numarası eklemek!

Windows sitesinde anlatmış, ama ben görsel olarak anlatayım istedim.

Önce, word'ün page layout tabını aktif hale getiriyoruz.


Sonra ise page setup yazısının yanındaki minik oklu kutucuğa basıyoruz. Layout sekmesine geliyoruz.

Burada ki Line Numbers butonuna bastığımızda karşımıza minik bir pencere çıkıyor.


"Line Numbers" penceresinde "Add line numbering" e tıklayınca, bize seçeneklerimizi sunuyor.

Artık word sayfasında her bir satır numaralanmış vaziyette! Güle güle kullanın :)

Monday, November 21, 2011

Uygulamalı Yazın Atölyesi


"Yazmanın dayanılmaz cazibesinin insan ruhu üzerindeki etkisi tartışılmazdır. Herkesin geleceğe bırakacağı bir mesajı vardır. Yazmak içgörü kazandırır. Yaratıcı düşünce ise daha çok empati yapmayı, çevreyi ve insanları daha iyi algılamayı sağlar. Bu bizi zenginleştiren ve kişisel gelişimimize katkı yapan bir süreçtir."


ODTÜ Mezunlar Derneği'nde Uygulamalı Yazın Atölyesi 24 Kasımda başlıyor...Ayrıntıları da aşağıda:


UYGULAMALI YAZIN ATÖLYE’Si ÇALIŞMALARI ÜÇ AŞAMADAN OLUŞACAKTIR:

1- TEMEL AŞAMA – YAZMANIN DAYANILMAZ CAZİBESİ - YAZMA SERÜVENİ BAŞLIYOR (6 HAFTA SÜRECEKTİR)

Bu aşamada; Yaratıcı Düşünce, Edebiyat ile Bağlantılı Disiplinler, Kurgu ve Anlatım Geliştirme Teknikleri kapsamında betimleme, uslup, biçem,tema, konu, biçim, zaman, imge, karakter oluşturma ile ilgili bilgiler verilecek ve Hikayelerin Dramatik Çatısının Kurulması üzerine uygulama çalışmaları yapılacaktır.

Seminer Başlangıç Tarihi: 24 Kasım 2011, Perşembe
Seminer Saatleri: 19:30-21:30

Katkı Paylı Üye: 180,00 TL
Üye: 200,00 TL

2- İLERİ AŞAMA- YAZININ BÜYÜLÜ DÜNYASI - EDEBİYAT VE PSİKOLOJİ İZDÜŞÜMÜNDE KARAKTER YARATMA VE KARAKTER ANALİZİ (4 HAFTA SÜRECEKTİR)

Bu aşamada, Karakter Yaratma ve Diyalog Geliştirme Teknikleri kapsamında Psikolojide Kişilik Tanımları ve Karakter Analizlerinin Edebiyata Uyarlanması, Psikolojik Hastalıkların Edebiyatta Kullanılması kavramları hakkında uygulama çalışmaları yapılacaktır Ayrıca Karakter Analizleri hakkında verilen bilgiler Dünya Edebiyatı’ndan örneklerle pekiştirilecektir.

Seminer Başlangıç Tarihi: 5 Ocak 2011, Perşembe
Seminer Saatleri: 19:30-21:30

Katkı Paylı Üye: 125,00 TL
Üye: 140,00 TL

3- GELİŞMİŞ AŞAMA - KURMACANIN GİZEMİ - ROMAN – ÖYKÜ VE SENARYODA KURGU TEKNİKLERİ (5 HAFTA SÜRECEKTİR)

Bu aşamada Öykü, Roman ve Senaryo yazım tekniklerini öğrenmek isteyen üyelerimize Kurgunun Geliştirilmesi, Olay Örgüsünün Yaratılması ve Dramatik Gerilimin Oluşturulması kapsamında aktarılan detaylı açıklamalarla öykü ve senaryo uygulama çalışmaları yapılacaktır.

Seminer Başlangıç Tarihi: 2 Şubat 2011, Perşembe
Seminer Saatleri: 19:30-21:30

Katkı Paylı Üye: 180,00 TL
Üye: 200,00 TL

*TOPLAM  SÜRE: 15 HAFTADIR

ÖNEMLI NOT: Tüm seminerler için eğitmen ücreti Dernek’e bağış olarak aktarılacaktır.


Ayrıntılı Bilgi için: Şule ÇALIŞ, sulec@odtumd.org.tr, 0.312 286 79 79/1124, 0.530 610 64 33

******************************
ODTÜ Mezunları Derneği
1540. Sokak No: 58 100. Yıl ANKARA
Tel: 0312 286 79 79
Faks: 0312 287 75 00
e-posta: 
odtumd@odtumd.org.tr
internet: 
http://www.odtumd.org.tr
******************************

Saturday, November 19, 2011

Son Bahar

Evet belki en meşhur sonbahar New York'un ki. Hele Central Park'ta ki o renk cümbüşü için başlı başına bir yazı yazarım belki sonra. Ama bu benim 11 senenin ardından belki de son baharım ODTÜ'de. İşte bu yüzden ofisimde oturmak yerine fotoğraf makinemle dışarıdaki muhteşem havanın tadını çıkardım geçen hafta. Şimdi de sadece bu resimler kaldı geriye son bahardan..

Bugün de yolunuz buraya düşerse sizi de muhteşem bir hava bekliyor benden söylemesi!








Friday, November 18, 2011

Yaz Kış Yazar

Geçen gün orta okul lise yıllarında tutmuş olduğum kopuk günlüklerim ve özlü sözler ajandalarımın arasında bulduğum bir yazıyı buraya yazmak istedim. Çünkü bulduğum tarih, tam da yazının yazıldığı günün seneler öncesine aitti. Üniversitede çok sevdiğim bir arkadaşımın doğum günü için yazmış olduğum bir yazı bu. Şuan kendisiyle görüşmüyoruz, hayır küs değiliz, ama her küs olmayan arkadaş görüşüyor önermesi doğru bir önerme değildir her zaman.

Ben yazıyı severek okudum,o zamanlar ki eğlenceli(!) ve toy uslubuma bakıp böyle şeyler de yazabiliyormuşum bir zamanlar dedim. O zaman buraya da yazayım da tam olsun! Baktıkça büyüğüme şükrederim:)


"İlk defa yazmıyorum ama ilk defa yazdıklarım okunuyor. Bu yüzden içsel bir RTÜK ile karşı karşıyayım. Öyle her önüne gelene içini dökemez insan. Dökse de dökemez, dökmemeli de. Neden? Çünkü ileride aleyhine dedil olarak kullanılabilecek herşey sende kalmalıdır ki delil olarak kullanılmasın. İyisi mi bu gerzekvari geyiği bir yanda kızartalım, asıl meseleye zıplayalım. Ben doğum günlerini hiç sevmem çünkü yaz çocuğuyum. Hayatım yazmakla geçmiyor Allah'tan. Ama doğum günlerine karşı hep buruk bir sızım vardır, var olacaktır. Hayatta beklentilerin karşılanmamasından daha kötü bir şey varsa o da beklentiyi beklemektir. Nedir bu hemen açıklayayım. Herkesin doğum gününü kutlayıp, binbir süprizler artı hediyeler hazırlamak ve sonucunda sıra sizinkine geldiğinde yaz tatili dolayısıyla kar tatiline maruz kalmak! Bu yüzden sinirsel bir kıskançlıkla yaklaşırım doğum günü tam da okula rastlayanlara. Gerçi burada dili geçmiş zaman kullanmaya başlamanın geldi de geçiyor vakti. Çünkü yaşı Kemal'e eripte Kemal ile hala tanışamamiş bir genç kızın bundan daha önemli saplantıları olmalı günümüzde değil mi? BBG yerine Avrupa Film Festivali'ni izlemeli, okşa okşa veya what it means yerine ağzında buram buram Anadolu'mun Jazz'ı olmalı. Nedir doğum günlerini bu kadar çekilmez yapan hemen söyleyeyim örtmenim, kaç yaşında olduğunu yeniden hesaplamaya çalışmak ve bu sorunun cevabını hiçbir zaman tam olarak bulamamak. Ya bir fazla ya bir eksiktir. Bu bir yaklaşık sonuç herkese göre değişir, izafidir. O yüzden asla bir yaşta olamazsınız. Handikap her geçen sene daha beter kolonileşir ve artık canınız fena halde sıkılır bu hesabı yapanlara. Oysa her kadın 40'ında menapoza girmez. Bazıları daha bile erken girebilir. Sizin doğdunuz gün neden bu kadar önemlidir? İyiki doğdun aman ne iyi ettin de doğdun, bak senin genler iyiki mayoz geçirdi biz de mutlu mutlu yaşıyoruz. Annelerin doğum esnasında yaşadıkları çileyi her sene üzerinde mumlar olan bir pastaya kutlamak zorunda oluşu hiçbir ileri zekalı doğum günü manyağının aklına gelmez ne yazık ki.İddia ediyorum hayatında ilk defa böyle bir hediye alıyorsun ve yine iddia ediyorum hayatında bir daha böyle bir hediye alamazsın. Ben de almam zaten:) Eee, güzelim sevgi emektir, bir dükkana girip bir bez parçasına para saymak değil!"

Not: Tesellim Ayşenur bu hediyeyi beğenmişti.

Friday, November 11, 2011

Küçük Hayatlar

Yangın kavmindeniz,
ne giysek alev
Hulki Aktunç


Bazen ne kadar küçük hayatlar yaşandığını unutuyor insan. Sonra gördükleri bu anıyı toz tutmuş klasörlerden çekip çıkarıyor. Hayaller, beklentiler, sevinçler, üzüntüler, acılar her şey küçük oluyor böylesi hayatlarda. Büyük bir şey beklemiyorsunuz asla, beklemeye cesaretiniz olduğunda da başkaları büyük bir iştahla yerle bir ediyor iskambil kağıtlarından yaptığınız kulenizi.

Sınırları kesin çizgilerle belirlenmiş bir çemberin içerisinde duvarlara çarpa çarpa sonunda ilerlemeye de korkar oluyor insan. Tek tesellim böylesi hayatlardaki arama kurtarma timi olan küçük mutluluklar. 



Korkunç bir işe kalkışan kişi bunu çoktan tamamlayıp bitirmiş olduğunu düşlemeli, geçmiş kadar geriye döndürülemeyecek bir gelecek olduğu düşüncesini kendine kabul ettirmeli.

Yolları Çatallanan Bahçe-Ficciones Hayaller ve Hikayeler-Jorge Luis Borges





Thursday, November 3, 2011

NoteEco: Yazdıkça ormana dönüşen defterler...

Sonbaharın benim için vazgeçilmezlerinden biri de kırtasiyelerdir. Okulların açılmasından sonra rengarenk kalemler, boy boy defterler, mis kokulu silgilerle dolu bir kırtasiyede saatler geçirebilirim. Bir de üniversiteden beri bir alışkanlığım var. O zamanlar akıllı telefonlar hayatımızı henüz işgal etmediğinden belki de, günlük yapacaklarımı, sınav tarihlerimi, arkadaşlarımın doğum günlerini gibi benim için önemli ayrıntıları not etmek için hep çantamda bir not defteri taşırım. Yolculuklara çıkmadan önce gideceğim yerler hakkında bilgiler, değişik yemek tarifleri, kitaplarda okuduğum güzel sözlerde eklenmeye başladıkça artık boyutları giderek büyüyor defterlerin. Bu sene de rahat kullanabileceğim büyükçe birtanesi için birçok kırtasiyeye baktım. Aralık sonuna doğru çeşitleri çoğalacaktır muhtemelen ama ben tam istediğim gibi, yani kenarı spiralli-ki böylece arkaya katlayabiliyorum-, lastikle kilitlenebilen ve yanında kalemi bulunan sert kapaklı yeni not defterim tam bir çevre dostu! Nasıl mı?  Kendileri yazmış, ben de size yazayım dedim. El yazınızdaki her harf yeşil bir yaprağa dönüşüyor! Bakalım arkasında başka hangi faydalı bilgiler var yeni defterimin,


NoteEco defterleri FSC kağıt ormanları sertifikasına sahip kağıtlardan üretiliyormuş ve defterleri üretmek için ekilen ağaçlardan kesilen her biri yerine yenileri ekiliyormuş. Bitki özlü matbaa mürekkebi ile basıldığı için de doğaya elinizden gelen en büyük desteği vermiş oluyorsunuz.



 Önde ve arkada iki adet cep mevcut. Son 8 yaprağı ise 4 lü şekilde perforajlı. Yani ufak birşeyi not edip sayfayı yırtmak istediğinizde sayfanın tamamı yerine 4'te birlik kısmını kullanabiliyorsunuz.
Organik notebook :)

Tuesday, November 1, 2011

Porto Corsa

Ne yemeklerine, ne gezmesine sanırım asla doyamacağım bir ülke İtalya. Pazar günü yiğenim Arda ile birlikte izlediğim Arabalar 2 filminde Pixar dahilerinin özene bezene yarattıkları hayali İtalya kıyı kasabası olan Porto Corsa bana bunu bir kez daha hatırlattı. Monaco'yla Amalfi kıyılarını sentezleyerek yaratmışlar o eşsiz güzelliği, bunu da eve gelince baktığım sevgili pixar wikisinden öğrendim.



Porto Corsa olamasa da, Amalfi'ye gitmek farz oldu benim için. Dünya gözüyle şuraları da görürüm inşallah.

(wikipedia dan Amalfi Katedrali)

Özellikle şu blogdan sonra daha bir kabardı içimdeki istek.
 (bknz: http://hayatiminrenkleri.blogspot.com/2009/12/guney-italya-amalfi-kylar.html)

(wikipedia dan panoramik Amalfi kıyıları)
 Ben gidip daha güzellerini çekene kadar -umarım bu yaz gerçekleşir bu hayalim mesela :) - bunlara bakıp iç geçireceğim sanırım.