http://tylertarver.files.wordpress.com/2010/02/broken_pencil-sized.jpg |
Çeşit çeşit insan vardı, bunu daha önce de yazmıştım. Ama bu yazının başı için ufak bir hatırlatmayı kendime borç saydım. Şimdi de borçları ödeme vakti!
Kimi insan çevresinde olan olaylara karşı dimdik ayakta durur, hiçbir güç onu yıkamaz, bazen duygusuzluğudur bunun sebebi bazense içindeki dayanma gücü. Bu esnada başka insanların içinde fırtınalar kopar, depremler olur, ve onların hassas bünyeleri bu sarsıntılara dayanamaz ve oldukları yere yıkılıverirler. Ayakları sağlam bassa da, içinde birşeyler yıkılıp gider.
Şimdi ben merak ediyorum haliyle. Ziya Paşa bir söz söylemiş ya hani " ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz" diye. Ben de lafa değil işe bakıyorum. Her sanatçı kendinden bir parça mı katmış acaba eserlerine diye düşünmeden edemiyorum. Sonra internete bakıyorum, bunları görüyorum.
Önce buna bakıyorum
http://www.e-haberajansi.comdan |
http://www.gercekgundem.com/ dan |
http://www.gercekgundem.com/ dan |
Kendinize benzetmeseniz yaptığınız işi olmaz mı diye soruyorum. Azrail'i bile kıskandırıyorsunuz.
Ablamlar İzmit'te oturuyor. Ablamın ( Ailemizin Heredot'udur kendisi-Ama Milli Eğitim Bakanlığı ona tarih öğretmeni diyor) öğrencileri arasında 1999 depreminde 5 yaşında göçük altından günler sonra kurtulan bir kız var. Ablam bunu öğrendiğinde soruyor, "Peki hatırlıyor musun olanları? Psikolojik yardım falan aldın mı?". Kız cevap vermeden arkadaşları cevaplıyor "Hocam bu zaten biraz kafayı sıyırmış o yüzden" diye. Kız hatırlamıyormuş pek birşey. Bu belki de onun en büyük şansı.
Dün ablamla telefonda konuşurken benim de tanıdığım bir arkadaşının bir hikayesini anlattı. 15 Ağustos 1999 da evlenmiş, Adapazarı'lıymış Oya Abla. Evlendikten sonra 2 gün İstanbul'da kalıp, daha sonra balayına gideceklermiş. Ama 16 Ağustos gecesi olan depremden sonra, balayı yerine sevdiği tanıdığı insanların cenazelerine gitmiş. Dayısının ailesinden geriye kimse kalmamış. Buraya kadarı soğuk kanlılıkla birçok insandan dinlediğimiz birçok hikayeye benzer belki de. Ama ablam "Biliyor musun Oya'nın hiç düğün fotoğrafı yokmuş" dedi. Ben de "Ama neden, depremden önce evlenmemiş mi?" diye sordum. Düğün fotoğraflarını çeken fotoğrafçının Adapazarı'ndaki dükkanı da depremle yerle bir olmuş meğer. Adam bir sene sonra bir fotoğraf yollamış Oya Abla'ya. Öyle arka fonu falan olmayan, tesadüf eseri o enkazda bulduğu bir negatiften sağlam çıkartması mucize olan sadece bir fotoğraf. Gerçi Oya Abla için o da pek mühim değilmiş sanırım, zira kendi düğünü ve olmayan balayı hakkında konuşmayı hiç sevmezmiş, o zamanları hatırlamak bile istemiyormuş. Tıpkı lise sonsınıfta bizim sınıfa gelen depremzede arkadaşım gibi. Zira onunda doğum günü olan 17 Ağustos, arkadaşlarını, sevdiklerini ve severek yaşadığı yeri kaybetmesine sebep olan asla hatırlamak istemediği bir gün.
24 Ekim sabahı da çalıştığım binada bulunan bir kadın bir öğretmenden bahsetti. 4 sene beklemiş tayin için. 6 ay önce ( yanlış hatırlamıyorsam) sonunda Van'a göreve gitmiş. 23 Ekim günü ise bu sefer babası kızın cenazesini almaya gitmiş Van' a.
Mühendisiz ya biz serde, okuduk bazı şeyleri. Bilmeyenler de hala okuyup öğrenebilir. Belki bu saatten sonra geri getirmez yitirilenleri ama engel olur ileride yaşanabilecek felaketlere.